Bak, yıldız yağıyor


Hafif bir inleme... Yere düşen şırınga...

"Pıt...pıt" diyordu içinden, akan kan damlalarını sayarcasına.

"Yıldız yağıyor!"

Pencereye eli uzandı. Boğuldu, boğulayazdı, boğulacak; eylemin neresinde olduğunu kestiremiyordu. Göremeyeceği İstanbul manzarasını düşündü. Pencereyi açmaktan vazgeçti, kendini yere bıraktı.

"Pıt...pıt"

Cihangir'de, tanımadığı bir evde yere uzanmış tavandaki fosforlu yapıştırma yıldızları sayıyordu. Yıldızların hepsinin aynı anda kaymasını diledi. Kendisine bir yıldız seçti. Muhtemelen sabah seçtiği yıldızın hangisi olduğunu hatırlamayacaktı. Olsun, şimdilik kendi kurgusu içinde oyun oynamaktan bir zarar gelmezdi. Yıldız daha da parladı. Parladıkça daha da kaymaya uzaklaştı. Oysa o yıldızın kaymasını istiyordu. Yatağa girip yorganın altından dönerek komidine saklanmasını, oradan fırlayıp askılığa çıktıktan sonra üzerine, tam üzerine yılbaşı süsü gibi konmasını bekledi.
Yıldız daha da parladı...

"Pıt...pıt"

Kan damlaları başlayan yağmurun sesiyle karışmış toprak kokusu tadında tütsülüyordu etrafı. Kendine gelir gibi oldu. Etrafına bakındı. Olması gereken her kimse, kaçıp gitmişti evden. Tanımadığı bir evde tek başınaydı.

Üzüldü. Çok üzüldü. Ağlamak istedi, olmadı. İsterse ağlardı; ama ağlamanın zayıflık belirtisi olduğunu düşünmüştü hep. Yalnız olsa da olgularına sahip çıktı, yoksa gurur mu yaptı, pek emin değildi.

"Parlayan küçük kız..." Annesi hep böyle severdi onu. Şimdilerde, babasının dediğine göre, yukarlarda bir yerde kendisini izleyen annesi kızını çok emin yetiştirmişti kendinden. Kızı akıllıydı, hem de çok. Kızının bir gün bir yerlere geleceğinden emindi ve bu yüzden hep yürekli olması gerektiğinden bahsetmişti annesi. Yapay parlayan yıldızlara baktı. Annesini utandırdığını düşündü. Annesi için de bir yıldız seçti; yine sabaha o yıldızın hangisi olduğunu hatırlamayacağından emin olarak. Yıldız daha da parladı. Gözlerinden bir damla akıverdi istemsiz. Uykusu geldiğine yordu.

"Pıt...pıt"

Yarım kalan şarabına uzandı eli. Boğazı kurumuştu. Radyoda Jeff Buckley'den "Lilac Wine" çalıyordu kesik kesik. Şaraptan bir yudum aldı. Tesadüfe güldü. Yalnızken gülmeyeli uzun zaman olmuştu. Bunu düşündükçe daha da güldü. Mutlu hissetti kendini. Yıldızları boşverdi, ayağa kalkıp küçük adımlarla dans etmeye başladı. Kendi etrafında dönerken şarabından bir yudum yere saçıldı.
Umursamadı.
Dans etti.
Yıldızlı bir gecede, Jeff Buckley eşliğinde, altında yırtık kotuyla dans etti.

Dışarıda bir yıldız kaydı. Anlamış gibi sarsıldı. Dilek dilemek için geç kalıp kalmadığını düşündü. Fark etti ki düşünürken geç kalmıştı aslında. Olsun, diledi yine dileğini. Şarabını bitirdi.

Yatağa uzandı. Yataktaki beden kokularını duyumsadı. Kendisininkini aradı; ama kokular da kesik kesikti. Vazgeçti. Bıraktı kendini. Küçücük bedeni yatağın içine gömüldükçe gömüldü. Bedeni gömüldükçe yokluğuna daha da yaklaştı.

"Pıt...pıt"

Sabah uyandığında ilk işi tavandaki yıldızlara bakmak oldu. Yıldızlar yerlerinde yoktu. Hepsinin kaydığını düşündü. Sabah ışığının fosforu göstermediğini kestiremedi. Derin bir nefes aldı. Odadaki sigara islerini, insan nefeslerini içine çekti. İçeride hala tanıdık silüetler olması onu rahatlattı. Halıdaki kan damlacıklarını fark etti. Yerde bulduğu bir peçeteyi ıslatıp kolunu temizledi. Banyoya gidip karman çorman saçlarına şekil verdi. "Yeni bir gün, yeni hayalkırıklıkları." dedi aynada gördüğü suretine. Sırıttı. İçeri dönüp bir sigara yaktı. Buruşuk gırtlağından inen dumanın ardına sakladığı yaraları kabuk kabuktu. Ayakkabılarını giydi. Tanımadığı Cihangir'deki evden, tanımadığı bir bedenle çıktı gitti.

Kapıyı kapattığı anda yukarıdan bir yıldız kan damlalarının üstüne düşüverdi.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Chares Dickens - Büyük Umutlar" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

"Gustave Flaubert - Madam Bovary" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

Günce - 15 Mart, 22