Kayıtlar

Ocak, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kamaşan Mavi'lerim

Resim
Şu an, bir mucize; çocuklar kar topu oynamasa bile. Yürüyerek izlediğim yollar, pisliklerini örttü nihayetinde. Adım adım gelen ayak izleri bile bozamaz bu saflığı, şimdi doğanın sustuğu zaman işte. Kar yağıyor... Doğa'nın es notalarını en gürültülü şekilde duyurmaya çalıştığı bu günler hiç gelmeyecek sanıyordum ben artık. Temizlenmeye çağırıyor işte insanları. İnsanlar da güzel şeyleri hep yok etmeye çalışıyorlar. Arabalarına yapışan çamurlar umurlarında değilken, arabalarını kaplayan bembeyaz dantelleri olabildiğince fırlatıyorlar yerlere. Üstlerine basmak için, hepsinden sadece tek bir tane olan bir milyon beyazlığı iyice temizliyorlar hayatlarından. Çocuklar... Kendimin on beş sene önceki hali gözlerimde canlanıyor bembeyaz parkın yanından geçerken. Çünkü şu an orada kimse yok. Çalıştırılmayan arabaların üstü kar örtülü, çünkü hiçbir çocuk kar topu oynamamış. Eskiden bütün sokaklar el izleri taşıyan arabalarla çevriliydi. Arabalar değil, tembellik fazlalaştı şimdilerde. Kardana

Kağıt Tomarı

Kesildi sesler. Kulağımdaki tek ezgi daktilo tıkırdamaları şimdi. Hayattaki en büyük gürültüler. Çünkü ne zaman tıkır tıkır gitseler, ya geçmiş ya da gelecek bir kırılmışlığın yankılanmaları onlar. Bazen bilinç dışı, bazen de gözle görülür sızlamalarla; en gerçek olanlar onlar. Daktilo tıkırdamaları. Mutsuzluk maratonu başlasın! Mutsuz insanlar metropolit şehrimizde, dağ taş tepe kanlar içerisindeyken, hayran kalınsın tarihine. En ufak burukluk sığmasın kalplere. Sadece ağlayalım. İfadeden kaçınalım. Yaratmayalım. Yazmayalım. Çünkü yüzyıllardır kovulmuş evlerden yaratmak. İfadenin en çıplak hali. Yoksa nasıl koyunlaşırız ki? Maraton. Sevgisiz kalmış küçük veletler ağlasınlar çevremizde. "Bir mendil al be abla." desinler. "Tükürürüm bak para vermezsen." bile desinler; ama çizgilerimizi belli eden ufak kaçamaklar kaçışsın bedenimizden. Sızım sızım sızlasın dizlerimiz. Yağmura yoralım her şeyi. Çamur biriksin çatlak asfaltlara. Şehrin kırgınlıklarına. Otobüsün buğulu c

Sür-Ali Sureti

Bir kutu mu koymuştum başucuma? Yok yok, portakalımı pabucuma sokuşturmuştum. Karaladıklarımı kağıttan gemi yapıp yüzdürmüştüm küveti doldurup; ama nasıl bir cümle ki bu? Nereye karalayacağım ki başka? Dur bakayım... Duvarlara yazıyordum bir ara ben, değil mi? Yaşadıklarımın üstünü çiziyordum. Duvar, ah o lanet duvar, bembeyazdı ya, bütün bildirdiklerini ifşa ede ede üstüme geliyordu. Benim bir suçum yok. Şimdi ise parlament mavisi. Boyattı geçen hafta babam. Bir film mi izlemiş ne, korkmuş bana bir şey olur diye. “Sakın!” dedi, “Bir çizik görmeyeceğim üstünde.” Eskiden bunu bayramlarda giydiğimiz gömlek için derlerdi annelerimiz: “Bir kırışıklık görmeyeceğim.” Zaman değiştikçe, sanatın formatı ve sanat saydıklarımızın çıplaklığı öznelleştikçe, ebeveynlerin tehditkar öğütleri de değişiyor demek. Öğüt mü? Tabiî ki. Kıssadan hisse, duvarı çizme yoksa güzel bir pataklarım seni diyor bana açıkça. Şimdi, buna ben öğüt demeyeyim de neye diyeyim? Kırmızı bir kalem aldım elime.