Ana içeriğe atla

hoppa

zz Bir susuşta bin türlü şey söyledi. Kusursuzdu. Yanakları al al, terlere baktı inleyen. Açtı gözlerini. Yirmi bir yıl sonra, ilk defa açabildi. Erittiği gerdanlıklar su olmuş kanalizasyon köşelerinde vedalaşıyorlardı sevdikleriyle. O, için için ağladı. Sevmezdi vedaları. Sessizce döndü arkasına, yanakları al al, gözyaşlarına baktı. Çizik çizikti yağmurları. Ay tutmuş da kristalleşmiş gibiydi içindeki su baskını.


Ve gitti...

Arkasından bakakalan pek çok insan, şaşırmadılar pek. Beklenir olması bazı şeylerin tadını mı kaçırır, yoksa katlanılmasını kolay mı kılar bilemezdiler.
Zaten bu soru üzerinde hiç düşünmediler. "Yaşayıp görelim." dersen hayat daha güzel.
Gitti umursamaz.
Gitti, umursadığı kadarıyla.
Umursadıkları yetmişti ona. Vedalaştığı prangaları ve o, tam tersi yöne, tam tersi vakitlere koşar adım kaçtılar. Hiç pişman olmadılar ileride de. İleriyi bilmek çok da zor değil. İleri hakkında konuşmak da geriye bakmak kadar rahat; o kadar acı.
Çıngırak sesleri duyuldu at arabalarının. Yaşamın kıyısında "birçok" genç beden, soyunmuş yatıyorlardı hevesle dünyada. Çıplak olmayan bağışlanamazdı hatta. Çıplak olmamak, ayıptı bir yerde. Sevgisiz büyüyen torunların bedenlerinde, kalın paltolar saklıydı. "Belki de kışın kalın kıyafetlerin ardına sakladığımız sadece kilolarımız değildir..." dedi içlerinden biri. Gülüp geçtiler gündelik hayatlarından gündelik bir gün'de ona. O da gitti yanlarından sessizce. Cevapsız kalan soruların ardına da hiç sığınmadı. Bilmişti çünkü yaşamı. Kampların kurulması raslantı değildi ki! Her şeyin bir sebebi vardı. Kendisi de bir sebep yaratmalıydı. Gayet erotik, asla pornoya kaçmayan bir şekilde. Akla seks gelmemeli ki! Güldü yine herkes ona. Yanakları al al olmuştu. Terlemişti de. Parmakları, önündeki kağıtlara kaydı. Kalem aradı yalvaran gözlerle. Son dalgayı denize attı etrafındakiler, tükenmez denilen; ama gayet de tükenen bir kalem verdiler ona.


Kırılacaktı; ama daha bunu bilmiyordu.


"Tik...tak.." sesleri duyuldu cızır cızır radyo dalgalarından akıp giden zamanın içinden. Kime tutuluyordu bu metronom? Kimin sahiplenmesi gerek bir lükstü bu? "Kalanlar", mutlaka "gidenler"e ait olduğunu söylerken bu tiz sesin, "gidenler" üstlerine atılan bu misyona hayır demediler. Saflıklarından mı, yoksa bunu gerçekten bir lüks olarak gördüklerinden mi, bilemedim; çünkü bu tiz ses, bu sinir bozucu yangın gerçekte "gidenler"e ait değildi. Zaman, yine sıkışıp kalmıştı arada işte. "Akar gider..." dediğimiz zaman, dizlerinin üzerine çökmüş af diliyordu Tanrı'dan yine. Kaybolabilmek için izin istiyordu sanki...istiyordum sanki...


Kaybolacaktım; ama daha bunu bilmiyordum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Chares Dickens - Büyük Umutlar" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

- Bunun ne olduğunu biliyor musun? - Evet efendim, göğsünüz… - Hayır! Bu benim kalbim, ve kırıldı… Bazı hayat döngülerinde tutulup kalmak herkesin yaşadığı bir anı değildir. En azından gördüklerimi söylüyorum size; yalan söyleyecek değilim. Kalbin en ortasından, kanamayı bile geciktirecek denli ince bir çizgiyle kanırtan yaşam öyküleri, gerçek olmasalar da, eninde sonunda yaralar bazı yürekleri. Yazacak çok şey var ve bir o kadar da az… Klişeler iyi satar diye değil, birazdan kanamaya başlayacağım, ondan çabucak atmak istiyorum üzerimdeki vazifeyi. Charles Dickens’ın “Büyük Umutlar”ı kalın bir kitap, evet; ama her sayfa sayısını hak etmiş bir roman. İçinde aşkı, nefreti, nankörlüğü, sersefilliği, zenginliğin uçarı havasını, patlayan balonları, mahkûmiyetin soluk isini aynı anda duyumsatan bir eser. Sanki Pip ile ben de çocuktum, ergendim, olgunlaştım ve büyüdüm. Sanki Estella’ya ben de âşıktım. Sanki hayatımın en verimli dönemind...

Günce

Çocukluğum Suadiye 'de, uzunca bir sokakta geçti. Okul dönemi biter bitmez anneannemin evine taşınır, tüm yazı orada geçirirdim. Az araba, bol akran, çok hareket ve fazlaca hayal ürünü ile ürettiğimiz oyunlarla yemek yemeyi bile unuttuğumuz günler geçirirdim.  Gece olunca ben anneannemin kucağında yatardım, birlikte televizyonda film izlerdik, o uyuyakalırdı. Odalarımıza geçtiğimizde dayımın zamanında evde gizli sığınaklar yaratıp sakladığı kitaplara göz atardım; hepsi eskimiş kağıt kokan ve içinde çoğu kişinin duymak istemeyeceği fikirler barındıran hayal dünyalarıydı. Uykuya daldığımda, kendi hayal dünyamla baş başa kalır, tüm gün özümsediğim bilgi birikimi ve deneyimlerden bağımsız dünyalarda kah büyülenir kah kavrulurdum. Büyümeye başladığım o dönem geldiğinde kafamda binlerce soru, hala sokakta top oynamak isterken bir yandan top oynadığım çocuğa baktığımda karnıma giren ağrıları keşfetmeye çalışıyordum. Her şey her gün defalarca karışırken hayat da devam ediyordu: sokaktaki a...

Denize Doğru

Yaşanacak her şeyi yarım kalmıştı. Her şeyi yarım bırakmıştı ve daha yapmak istediği çok şey vardı. Durdu. Sigarasızlık, düşünmesine ket vuruyordu. Sigara içiciliğini de yarım bırakmıştı; herkes ve her şey gibi. Konsantre olmaya çalıştı. Eski İstanbul manzaralı penceresinden hayat koşuşturmalarını izledi biraz. Dışarıdaki havayı gözleriyle soludu; bir an kendi acelelerini unutmak için. Dalmış. Şehrin ışıkları yanmış. Gökyüzü kırçıllı masmavi. Baktığı kömür gözlerin rengine boyanacak Dünya az sonra. Biraz daha beklemeli... Kendisinden bahsederken hep üçüncü kişi kullanması, yabancılaşma, hırçınlaşma ve sahipsizleşme demek olduğu kadar, - eğer keskin bir zeka bunu kavrarsa aynı zamanda şeffaflaşma da demekti. "Ben" demeden birçok gerçeği açığa vurabilirsiniz kendinizle ilgili. Yazdığım bütün satırları heba edesim var.  Çünkü ben, bende değilim. Bir kadeh şarap. Üzerinde çay lekeleri olan defterin her sayfasının sağ üst köşesi çevrilmekten silikleşmiş. Kendi yazım...bazen ...