Kağıt Tomarı

Kesildi sesler. Kulağımdaki tek ezgi daktilo tıkırdamaları şimdi. Hayattaki en büyük gürültüler. Çünkü ne zaman tıkır tıkır gitseler, ya geçmiş ya da gelecek bir kırılmışlığın yankılanmaları onlar. Bazen bilinç dışı, bazen de gözle görülür sızlamalarla; en gerçek olanlar onlar.

Daktilo tıkırdamaları.

Mutsuzluk maratonu başlasın! Mutsuz insanlar metropolit şehrimizde, dağ taş tepe kanlar içerisindeyken, hayran kalınsın tarihine. En ufak burukluk sığmasın kalplere. Sadece ağlayalım. İfadeden kaçınalım. Yaratmayalım. Yazmayalım. Çünkü yüzyıllardır kovulmuş evlerden yaratmak. İfadenin en çıplak hali. Yoksa nasıl koyunlaşırız ki?

Maraton.

Sevgisiz kalmış küçük veletler ağlasınlar çevremizde. "Bir mendil al be abla." desinler. "Tükürürüm bak para vermezsen." bile desinler; ama çizgilerimizi belli eden ufak kaçamaklar kaçışsın bedenimizden. Sızım sızım sızlasın dizlerimiz. Yağmura yoralım her şeyi. Çamur biriksin çatlak asfaltlara. Şehrin kırgınlıklarına. Otobüsün buğulu camlarında kimbilir ne zaman yapıştırılmış yağlı kafaların silüetleri belirsin hiç beklemediğimiz anda. Kafamızı öbür tarafa çevirtsinler, sanki sırf dışarı bakabilmek için cam kenarına oturmamışız gibi, çok temizmişiz gibi, iğrenelim yeri geldiğinde Adem'le Havva'nın çocukları olan "kardeşlerimizden".

Daha hızlı! Daha yükseğe! Daha ileriye!

Kalabalığın içinde ağlayalım. Ağlayalım ki herkes üzülsün halimize. Gülümsemeyelim, aman! O zaman asla kırılmayız sanırlar. O zaman, hep üzen, üzdüren ve umursamayan duygusuz taş parçaları oluruz. Yalnız bırakılırız. Hayır, kalmayı tercih ettiğimizden değil; korkuturuz dışarıyı. "Çok güçlü, ben baş edemem." derler. Koşar adımlarla kaçarlar hayatlarımızdan. Pişmanlıklarımızı affetmezler, çünkü biz asla gerçekten pişman olmayız. Halbuki çok ifşalardan çok daha fazla yufkadır yüreklerimiz. En azından anlamaya çalışırız. Anlarız da!

Taş ve kaya; ne farkları vardır ki? Birinin suyunu sıkarsın işte. Gerisi fasa fiso.

Arkana bakma, hızını kesme!

Geçmişimizden bahsedelim hep. Şu bana yazdı, bu beni kesti diyelim. İnsanların gözünde büyüyelim bolca. Aşiftelik ne zaman moda olduysa? Utanmayalım asla sevişmelerimizden. Değersiz birleşmeleri büyük adımlarmış gibi aksettilerim herkese. O zaman "piç" oluruz. Çünkü, öbür türlü, kimse beğenmiyor sanırlar bizi. Kimse beğenilmemek istemez, değil mi? Veyahut alakaya çay demleyen bol köpüklü başarı öykülerimizi sokuşturalım sohbetlere. Laf kabalığı, salatanın arasına kaçmış ego sınırsızlığı. Ve büyüyen gözler bekleyelim. Karşımızdaki de, en azından, ayıp olmasın diye "Vay be." desin. Desin ki tatmin olmuş bir şekilde kalkalım masamızdan. Dert dinlerken de anlatalım bol bol kendimizi. "Mesela ben..." cümleleri kuralım en beklenmeyeninden. Tavsiye ile yolun yönünü kendimize çevirme arasındaki bağlantıyı asla anlamayalım. Böylece hep değerli kalalım hayatta. Diğer türlü, aman diyeyim, silinir gideriz bira sohbetlerinden. Sigara içelim bol bol. İnsafsız harcanmış vücudumuzla caka satalım. "Çok içer bu da." desinler, sırıtalım. Aslında içimizdeki ağlayan duvarı bol bol boyayalım.

Hah, sanki yapacak daha iyi şeylerimiz yokmuş gibi.
Sanki güzel insan buna denirmiş gibi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Chares Dickens - Büyük Umutlar" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

"Gustave Flaubert - Madam Bovary" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

Günce - 15 Mart, 22