Ana içeriğe atla

Çarpışma

Acıyla açtı gözlerini. Geçmişte kaçındığı bütün hisleri, sanki bir anda yüreğine çöreklenmişti. Nefes nefese mutfağa sürüklenip bir bardak su içti; sanki birikmiş çoraklığını asla dindiremeyecek gibi. Haklıydı kendince. Pişmanlıklarını kanalizasyon borularına savuşturması yetmemiş, iç denizine akıtmış ve hepsini canlı tutmuş biriydi. Ne yapsa değişemezdi. "Can çıkar huy çıkmaz" statik tutumunun gözler önüne serilmiş haliydi. 
Kendine mahkum olmak veya tutsak kalmak... Farklı yazınca hissiyat değişir mi? Kelimeler bazen ne kadar anlamsız! Sadece bir araç yazım; iletişim denen insan icadı, başkalarına kendini anlatma çabası. Oysa doğru kelimeleri bulmak için çırpınmak, başlı başına bir savaş değil mi?


- Bu noktada yazar hikayesini yarıda keser ve kelimelerin ifade ettiklerini düşünmeye başlar. Ya bunca yıl doğru konumunu bularak yaratmaya çalıştığı her şey bir illüzyonun eseriyse ve en baştan beri asla gerçeklik yaşatmayacak, gerçekliği ifade edemeyecek bir sevdaya tutulduysa? Kelimelerin hassaslığını bilirdi. Aynı daktilo mürekkebi gibi, yarıda kalmayacakları asla garanti edilemezdi. Kelimelerini kaybedeceğinden, onları unutmaktan korkar, hemen kağıda kaleme sarılırdı hep eli; fakat gerçeklikle hiçbir bağlantısı olmayan bir olgunun yok olma ihtimali söz konusu olabilir miydi?


Zamanın çöküşü. İnsanlığın hiçe sayılışı. Yapılabilecek en kötü şeylerin arasında tutunmaya çalışılan tek bir yaşam şansı. Elimizdekiler bu derece az ve basitken hırslarımıza yenilmek, yenik düşebilmek ne acı... Kin ve nefret: Olabilecekleri düşünmeden harcadığımız onca potansiyel anı, istek ve en işlevli arzularımıza ket vurmamıza sebebiyet veriyor. İşte bu yüzden her daim mutsuz ve kaygılıyız. Hep isteklerimizin gelecekte gerçekleşmiş hallerini beklemedeyiz; şimdimiz elimizde olmasaydı asla sahip olamayacağımız zaman tünelleri olduklarını yok sayarak. Şimdimiz asla yaşamıyor! Teni yakılıyor. Gözleri oyuluyor. Uzuvları kesiliyor. Ya geçmişteki pişmanlıklarımıza yakılıyor ya gelecekte her şeyin düzeleceğini umuyoruz. Halbuki şimdimiz elimizde olan tek şey ve sadece bu yüzden o kadar güzel ki.


- Yazar, yakın vakitte - yazının girişinden anlaşılabileceği gibi - siyah ve beyazda kalmış fotoğraf karelerinin tozunu daha yeni temizlemeye kalkmış, her satırı tek tek yeniden yaşamaya mecbur kalmıştır. Uzun zamandır memnun olmadığı kelimeleri, tesadüf bu ya, arınmayla birlikte geri gelmişlerdir. Yazar, yazısının tam bu anında bekleyişin saçmalığından bahsederken, sigaranın zararlarına değinip günde bir paket tüketen doktorlar gibi, aslında kendisi de yazabilme bekleyişine nihayet son verirken hatıralarını ve hatıralarından kurtulma eylemini ilham kaynağı olarak kullanmıştır.


Uçurumun kenarında yaşadığımız hayatlar bize sevme hissiyatını aşılamıştır. Eğer yarın öleceğimizi bilerek yaşamasaydık, ne sevmeye zaman ayırırdık ne birilerini hayatımızda tutabilmek için uğraşırdık. İnkar edilmesine rağmen ölüm her zaman korku demek ve yaşlanmak da bir durak öncesi. Gerçek şu ki, kimse yalnız ve sevilmeyerek ölmek istemez.


Yağmur yağıyor. Bu düşünceler bende daha çok yalnız kalma ve kitap okuma isteği uyandırıyor. Fark etmeden ben, yazının başında üçüncü kişiyken birinci tekile dönüşüyorum çünkü ben de herkes kadar çok bencilim. Tezatlıklar mıdır gerçek olan, yoksa ağzımızdan veya kalemimizden dökülenlerin içinde, çok derinlerinde hissettiklerimiz mi? Korumuzdan mı alevleniyoruz? Kesinlikle hayır. Eğer tam bir benlik halinde yaşayabilseydik, hepimiz kendimiz dahil her şey ve herkesi kaybedebilirdik. Solak bir kimsenin sağ eli ile hat atması kadar basit aslında; hayat çarpışmaktan ibaret kendi küçük dünyamızla.


Demiştim ya, yazınca hissiyat değişir mi cidden?
                  farklı

Yorumlar

  1. Bloğunu çok beğendim...Takipçinim...Banada beklerim...
    www.sevdadanyazilar.blogspot.com

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Chares Dickens - Büyük Umutlar" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

- Bunun ne olduğunu biliyor musun? - Evet efendim, göğsünüz… - Hayır! Bu benim kalbim, ve kırıldı… Bazı hayat döngülerinde tutulup kalmak herkesin yaşadığı bir anı değildir. En azından gördüklerimi söylüyorum size; yalan söyleyecek değilim. Kalbin en ortasından, kanamayı bile geciktirecek denli ince bir çizgiyle kanırtan yaşam öyküleri, gerçek olmasalar da, eninde sonunda yaralar bazı yürekleri. Yazacak çok şey var ve bir o kadar da az… Klişeler iyi satar diye değil, birazdan kanamaya başlayacağım, ondan çabucak atmak istiyorum üzerimdeki vazifeyi. Charles Dickens’ın “Büyük Umutlar”ı kalın bir kitap, evet; ama her sayfa sayısını hak etmiş bir roman. İçinde aşkı, nefreti, nankörlüğü, sersefilliği, zenginliğin uçarı havasını, patlayan balonları, mahkûmiyetin soluk isini aynı anda duyumsatan bir eser. Sanki Pip ile ben de çocuktum, ergendim, olgunlaştım ve büyüdüm. Sanki Estella’ya ben de âşıktım. Sanki hayatımın en verimli dönemind...

Günce

Çocukluğum Suadiye 'de, uzunca bir sokakta geçti. Okul dönemi biter bitmez anneannemin evine taşınır, tüm yazı orada geçirirdim. Az araba, bol akran, çok hareket ve fazlaca hayal ürünü ile ürettiğimiz oyunlarla yemek yemeyi bile unuttuğumuz günler geçirirdim.  Gece olunca ben anneannemin kucağında yatardım, birlikte televizyonda film izlerdik, o uyuyakalırdı. Odalarımıza geçtiğimizde dayımın zamanında evde gizli sığınaklar yaratıp sakladığı kitaplara göz atardım; hepsi eskimiş kağıt kokan ve içinde çoğu kişinin duymak istemeyeceği fikirler barındıran hayal dünyalarıydı. Uykuya daldığımda, kendi hayal dünyamla baş başa kalır, tüm gün özümsediğim bilgi birikimi ve deneyimlerden bağımsız dünyalarda kah büyülenir kah kavrulurdum. Büyümeye başladığım o dönem geldiğinde kafamda binlerce soru, hala sokakta top oynamak isterken bir yandan top oynadığım çocuğa baktığımda karnıma giren ağrıları keşfetmeye çalışıyordum. Her şey her gün defalarca karışırken hayat da devam ediyordu: sokaktaki a...

Denize Doğru

Yaşanacak her şeyi yarım kalmıştı. Her şeyi yarım bırakmıştı ve daha yapmak istediği çok şey vardı. Durdu. Sigarasızlık, düşünmesine ket vuruyordu. Sigara içiciliğini de yarım bırakmıştı; herkes ve her şey gibi. Konsantre olmaya çalıştı. Eski İstanbul manzaralı penceresinden hayat koşuşturmalarını izledi biraz. Dışarıdaki havayı gözleriyle soludu; bir an kendi acelelerini unutmak için. Dalmış. Şehrin ışıkları yanmış. Gökyüzü kırçıllı masmavi. Baktığı kömür gözlerin rengine boyanacak Dünya az sonra. Biraz daha beklemeli... Kendisinden bahsederken hep üçüncü kişi kullanması, yabancılaşma, hırçınlaşma ve sahipsizleşme demek olduğu kadar, - eğer keskin bir zeka bunu kavrarsa aynı zamanda şeffaflaşma da demekti. "Ben" demeden birçok gerçeği açığa vurabilirsiniz kendinizle ilgili. Yazdığım bütün satırları heba edesim var.  Çünkü ben, bende değilim. Bir kadeh şarap. Üzerinde çay lekeleri olan defterin her sayfasının sağ üst köşesi çevrilmekten silikleşmiş. Kendi yazım...bazen ...