Ana içeriğe atla

Şerefe!

Dünyanın kösteği tepeme bindi. Işıklara kör kaldım. Önümde parladıklarını göremeyip başka yönlere bakarım. Yıldızlara oyunbozanlık yaptım. Misketlerimi toplayıp aralarından ayrıldım.

Gök kubbe nemli... Gök kubbe bağnaz... Suçu hep ona attım. Beni ağlattı! Beni hiç bağışlamadı!
Bağışlamasını dilemedim oysa... Önümü sürmekten başka toparlanamadım. Halbuki sonsuz bir şeye elini uzatsan tutabilirsin; uzağına kaçamaz, başlangıç noktası olamaz. Göğe dokun... Göğe göz kırp. Kirpiklerine dolduğunu hisset. Kirpiklerinden solu. Hem, bir martı vapura eşlik ediyorsa göğe havalanmış sayılmaz mı? Karaysa yaşamın, uçmaktan mahrum kalmak zorunda mısın? Soğuktan parmakların şişsin, dudakların morarsın; göğe at bakışlarını. Rüzgarın bohçasına bırak. Rüzgarı hissetmezsen, üşür müsün ki?

Her şey inanmak veya hissetmekle başlar nihayetinde.

Kartpostal hayatların içerisinde sürüklenip durmak; karınca yuvasına harç döküp kurumasını beklemek ve sonra sanki katliam yaratmamış gibi o prototipi alıp evinin baş köşesine koymak gibi. Onunla böbürlenmek gibi. Katliamlardan sağ çıkarak yaş almak, sıkı sıkıya tutunduğun bir halattan aşağı sarkıtmak gibi gövdeni; düşmeyeceğini, ama yaşamak için acı çekeceğini bilmek gibi. Anın kareleri, ömrünün çizelgesi. Ve çok daha imkansız görünen hesaplaşmaların er meydanı dipsiz ruhun. İçine bulanan tüm balçıklara inat güneşi aradığın; ama bu söylemin yalnızca bir metafor olduğunu öğrendiğin muharebe sevdaların, seni kendine ters psikolojik bir tavır olarak aşık etmekte ve meftun gözlerin kendi kendine acı çektirmektedir. Yenildiğini hissederken kazanmaya yakarırsın; nafile!

İnsanın kendisiyle yarattığı savaş, en zalim olanıdır.

Uçurumun kenarına kaçmış bir uçurtmanın şansı ne kadar varsa, senin düşerken yarattığın derin hasardan kurtulma ihtimalin de o kadar zayıftır. Çünkü derin mutlaka yırtılır ve içindeki tahta bacaklar dışarıya fırladığında malzemenin dandik elyafı, ruhun, içinden kaçarak seni ömrünün sonuna kadar yalnız bırakır.

Göğe dokun... Göğü avuçlarını arasına alarak sık. Eğer yaşıyorsan, ya inanmış ya hissetmişsindir nihayetinde.

Çalışır saatlerin tik tak sesleri ormanının karanlık uğultusunu bastırdığında yeniden yeşerirsin. Sebebi de öylesine komiktir ki, öylesine basit, öylesine sıradan... Afallayarak yüzüne soğuk sular çarparsın. Bunca zamandır daldığın derin uyku adeta bir elmanın içerisindeki zehir gibi gelir. Öyle inanırsın ki buna, ağzına kekremsi koyu bir balgam çöreklenir. Titrek dizlerinden kanayan aklına inat, saçlarını tarayıp etrafa karışırsın. Tanımadığın bedenlere sarsakça omuz atarsın; sırf dokunmak için. Sırf yalnız olmadığını bilmek için. Sırf evrenin sadece bir uzay boşluğu olmadığını kanıksamak için. Kaşlarını çatarsın; sırf senin bunları anladığını anlamamaları için. Sırf seni hala bir meta sansınlar diye. İçine ağlarsın. İçini yeşertirken dışını kuru bırakırsın.

Ta ki, birinin elindeki kör bıçağın tenine değip kelimeler işlemeye çalışmasına dek...

Mukozan insafsızca akar bedeninden dış dünyaya doğru. Ne yaparsan yap; kendini ne kadar iyileştirmeye çalışırsan çalış, başlangıcı tanınan bu dönüşüme engel olamazsın. İçin dışına fışkırır ve sen ne olacağını bilmeden, bilmediğin bir dünyaya doğru akıp gidersin. Kaybolursun. Sonra kendini yeniden keşfedersin o bilinmez ve korkutucu diyarda.

Ufuk çizgisi her daim sabittir, anlarsın. Kendi dünyamız ne kadar kasvetliyse o, ne kadar büyüleyiciyse o. Sen inandığın veya hissettiğin sürece, her yere kendini götürürsün. Herkeste esas kendini bulursun. Her şeyde yansımanı sabitler, her sevdiğinde ise kendine sarılırsın başta. Sana hitap eden şeyleri çizer, tam zıttın kişilere aşık olursun. Diline dokunan yemekleri pişirirsin. Nefret ettiklerine söylenir, sahipsin saydıklarını korursun. Huzur bulana dek yalnız kalmaya çabalarsın farkında olmadan, çünkü seni dinlendiren her şey birer kıymıktır, sana batan. Ve nihayetinde, yolun sonu geldiğinde, gözlerini kapar ve kendinle bütünleşmek için başkalarının sana adayacağı duaları beklersin. Çünkü ne kadar yıkıcı olsan da sen, sever ve sevilirsin.

Sen bu'sun. 
İnsan'sın. 
Sen, Ben'sin.






Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Chares Dickens - Büyük Umutlar" Kitap Eleştirisi (Kitabı okumuş olanlar için)

- Bunun ne olduğunu biliyor musun? - Evet efendim, göğsünüz… - Hayır! Bu benim kalbim, ve kırıldı… Bazı hayat döngülerinde tutulup kalmak herkesin yaşadığı bir anı değildir. En azından gördüklerimi söylüyorum size; yalan söyleyecek değilim. Kalbin en ortasından, kanamayı bile geciktirecek denli ince bir çizgiyle kanırtan yaşam öyküleri, gerçek olmasalar da, eninde sonunda yaralar bazı yürekleri. Yazacak çok şey var ve bir o kadar da az… Klişeler iyi satar diye değil, birazdan kanamaya başlayacağım, ondan çabucak atmak istiyorum üzerimdeki vazifeyi. Charles Dickens’ın “Büyük Umutlar”ı kalın bir kitap, evet; ama her sayfa sayısını hak etmiş bir roman. İçinde aşkı, nefreti, nankörlüğü, sersefilliği, zenginliğin uçarı havasını, patlayan balonları, mahkûmiyetin soluk isini aynı anda duyumsatan bir eser. Sanki Pip ile ben de çocuktum, ergendim, olgunlaştım ve büyüdüm. Sanki Estella’ya ben de âşıktım. Sanki hayatımın en verimli dönemind...

Günce

Çocukluğum Suadiye 'de, uzunca bir sokakta geçti. Okul dönemi biter bitmez anneannemin evine taşınır, tüm yazı orada geçirirdim. Az araba, bol akran, çok hareket ve fazlaca hayal ürünü ile ürettiğimiz oyunlarla yemek yemeyi bile unuttuğumuz günler geçirirdim.  Gece olunca ben anneannemin kucağında yatardım, birlikte televizyonda film izlerdik, o uyuyakalırdı. Odalarımıza geçtiğimizde dayımın zamanında evde gizli sığınaklar yaratıp sakladığı kitaplara göz atardım; hepsi eskimiş kağıt kokan ve içinde çoğu kişinin duymak istemeyeceği fikirler barındıran hayal dünyalarıydı. Uykuya daldığımda, kendi hayal dünyamla baş başa kalır, tüm gün özümsediğim bilgi birikimi ve deneyimlerden bağımsız dünyalarda kah büyülenir kah kavrulurdum. Büyümeye başladığım o dönem geldiğinde kafamda binlerce soru, hala sokakta top oynamak isterken bir yandan top oynadığım çocuğa baktığımda karnıma giren ağrıları keşfetmeye çalışıyordum. Her şey her gün defalarca karışırken hayat da devam ediyordu: sokaktaki a...

Denize Doğru

Yaşanacak her şeyi yarım kalmıştı. Her şeyi yarım bırakmıştı ve daha yapmak istediği çok şey vardı. Durdu. Sigarasızlık, düşünmesine ket vuruyordu. Sigara içiciliğini de yarım bırakmıştı; herkes ve her şey gibi. Konsantre olmaya çalıştı. Eski İstanbul manzaralı penceresinden hayat koşuşturmalarını izledi biraz. Dışarıdaki havayı gözleriyle soludu; bir an kendi acelelerini unutmak için. Dalmış. Şehrin ışıkları yanmış. Gökyüzü kırçıllı masmavi. Baktığı kömür gözlerin rengine boyanacak Dünya az sonra. Biraz daha beklemeli... Kendisinden bahsederken hep üçüncü kişi kullanması, yabancılaşma, hırçınlaşma ve sahipsizleşme demek olduğu kadar, - eğer keskin bir zeka bunu kavrarsa aynı zamanda şeffaflaşma da demekti. "Ben" demeden birçok gerçeği açığa vurabilirsiniz kendinizle ilgili. Yazdığım bütün satırları heba edesim var.  Çünkü ben, bende değilim. Bir kadeh şarap. Üzerinde çay lekeleri olan defterin her sayfasının sağ üst köşesi çevrilmekten silikleşmiş. Kendi yazım...bazen ...